Archive for the ‘ Ben ’ Category

Neresindeyim hayatın?

Evet. Merak ediyorum bazen hayatın neresinde olduğumu. Bu zamana kadar neler yaptığımı, yapabileceğimi, sınırlarımı öğrenmek istiyorum.

Ergenlik iyi bir şey mi? Biraz iyi biraz kötü gibi, en çok canımı yakan Weabooluk olurken, artık konuşacak birilerinin olması benim hoşuma gider oldu. Ayrıca bir kitapta okumuştum, bir insanın yaratıcılığının en fazla olduğu dönem ergenlikmiş. O zaman lanetli bir büyü gibi bu ergenlik, zamanla geçecek bu huylarım biliyorum ama yaratıcılığımdan, hayalgücümden bir şey kaybetmek istemiyorum açıkçası. Çünkü o beni Dünya’ya bağlayan tek şey.

Olgunlaşmak ama aynı zamanda çok fazla şey bilmek istiyorum, kendi istediğim alanda gelişmek ve herkese yardımcı olmak. Evet ergenim, şu anda bu yazıları belki de dikkat çekmek için yazıyorum ama ağlayan palyaço gibi halim. Ne kadar becerikli olarak gözüksem de hiç bir şeyi beceremeyen asosyal ergenin biriyim.

Gelişmek mi? Hah! Daha bana uğramayan ve ömrümün sonuna kadar da yanıma yaklaşmayacak bir şey sanırım. Evet! Kimisi kostüm diker, kimisi manga yapar, kimisi arkadaşları için canını verir. Peki ya ben? Çizebildiğim kafa olmayan bir kafa, dikiş desen tutamam, gerçek hayatı da bilmiyorum. Ne yapacağım hakkında en ufak fikrim bir bile yok. Ne yapabilirim? Nereye gidebilirim? Biliyorum ki bana yardımcı olabilecek kimse yok, bu yollardan kendim geçeceğim. Kim ne kadar zarar verirse versin.

Weaboo olmak istemiyorum ama kararım kesin; DANNY! BENİ BEKLE!!

Biterken Çalıyordu: 

 

Herkes gibi olmamak

Edebiyat hocamın bizim gibiler için söylediği bir söz ile başlamak istiyorum söze:

Biz meydana gelmişlerdeniz. O yüzden meydandakilerden değil, dışarıdakilerden olmayı seçtik. Herkesin laflarını değil, kendi cümlelerimizi kurmaya geldik. O yüzden herkes konuşur, biz ölümsüzleşiriz. Biz gerçeklerimizi bulmaya gelmişlerdeniz. O yüzden gerçeklerimize âşık olmaya geldik. Herkes ses yığını olabilir, biz sessizliğe ses olmaya geldik.

Farklı olmak… Gerçekten çok güzel, çok acayip bir duygudur farklı olmak. Farklı düşünmek, farklı davranmak, farklı hissetmek…

Zaten insanın doğası bu. Şu anda bulunduğumuz durumda herkes bir şekilde birşeyler düşünmeye zorlanıyor. Deniyor ki: “Müslümanlar kardeşindir, diğer dindekiler kafir. Büyüklerin senden daha iyi düşünür. Senin bir şey düşünmene gerek yok. Sadece para kazanmak önemlidir bu hayatta. Gerisinin bir önemi yok.” gibi bir sürü şeyler.

Karanlıktayız şu anda biliyormusunuz? Ama uzay karanlığı. Yine tek tük yıldızlar var ama adına “halk” denilen bir karadelik bunları teker teker yutmaya çalışıyor. Arada yutulmamayı becerenler oluyor ve bunlar kendi toplumlarını yaratıyorlar.

Sıradan insanlar doğar, büyür ve ölürler ancak farklı insan öyle değildir. Farklı insan doğduğundan beri sürekli olarak bir şeyler düşünür. Yaratıcı olmaya çalışır. Halk onu daima dışlar ve hor görür. O farklıdır çünkü. Koyun psikolojisi veya örümcek beyinliler. Ne demek isterseniz deyin seçim sizin ancak ben bunlardan bıktım.

Artık bir yere kadar kendimi halktan soyutladım. En azından kendimi yetiştirip insanlara fikirlerimi benimsetene kadar.

O yüzden şu kadar diyorum sadece; yaşayıp ölmeyeceğim. Benim ardımdan benliklerim yaşayacak. Maddi olarak gitsem bile düşüncelerim ve anılarım birileri sayesinde İsrafil boruyu öttürene kadar kalacağım bir şekilde. Unutmayın ki yaşamak sadece insanın maddi olarak kalması değildir. Eğer bir insanın adı o öldükten sonra adı anılmaya devam ediyorsa o insan yaşamaya devam eder.

O yüzden söz veriyorum. Namusuma veya insanlığıma değil; kendime söz veriyorum. Ben ölmeyeceğim. Ölümsüz olarak bu Dünya’da kalmaya devam edeceğim!

Gün doğarken ardından tepelerin…

O lan o kadar rahatım ki artık! O rahatlamaya çalıştığım an sanki her şey daha parlak gözükmeye başladı gözüme. Kendimi sakinleştirmeye başladım. O zaman şunu anladım; ben ruhuma erişip duygularımı istediğim gibi değiştirebiliyorum!

Eskiden her şeyde karamsardım, depresyonluydum (pek depresyonlu denemez ama)… Şimdi kendimden daha eminim! Neler yapabileceğimi, nelere gücümün yeteceğini daha iyi biliyorum o yüzden diyorum ki: JAPONYA BENİ BEKLE AMINA KOYACAĞIM SENİN!!

Peki neye borçluyum bu halimi? İnanın ben de bilmiyorum. Ama şu müzik beni biraz rahatlattı:

Deneyin gerçekten çok iyi oluyor. Eğer eski Digimon kuşağındansanız zaten müziğin normal halinde duygulanırsınız. Üzüntülü olduğunuz an bu müziği açıp gözlerinizi kapatın ve ruhunuza odaklanın. Sanki tüm üzüntüleriniz, sıkıntılarınız bir anda gidiyor gibi. Ben denedim %100 çalışıyor.

Neyse yahu Sworn fazla yazdı ben de biraz eksik hissettim kendimi o yüzden yazayım dedim. O da ilk iki yazısını burada yazdı yakında blog açıyor. Bloğunu açtığı anda burada duyuracağım.

Müsaadenizle kaçıyorum ben öptüm canlarım ❤

Biterken çalıyordu:

Nereye Gidiyoruz?

Allah-ü Teâlâ, Hira Mağarasında, alemlerin efendisi Hz. Muhammed (S.A.V)’e ilk vahyini yolladı; “Oku. Yaradanın Adıyla oku.”

Osmanlı Dönemleri; İslam Felsefesinin tam anlamıyla benimsendiği bir dönem. Yahudiler, Hristiyanlar, Ermeniler, Müslümanlar kardeş gibi yaşıyordu.

Peki ne değişti bu zamana kadar? Neden çekemiyoruz birbirimizi?

İslam bize barış ve hoşgörüyü emrederken neden artık terör dini olarak görülüyor? Neden başka dinlerden, başka düşüncelerden olan insanları çekemiyoruz?

Herkesin birbirine benzediği bir dönemde yaşıyoruz. Ben farklı olanlardandım. Hayatım boyunca dışlandım başka insanlar tarafından. Üzülürdüm, hiç kimse benim frekansımı anlayamıyordu.

Artık dini suistimal ediyorlar. Merak ediyorum, neden inen ilk vahiy “Oku” olmasına rağmen bu kadar cahiliz? Artık farkında mısınız bilemem ama dini sorgulayan, dinin daha derinine inmek isteyen insanlar “kafir” olarak adlandırılıyor. Nice ateist arkadaşım var ve çok iyi biliyorum; dini Müslümanlardan daha iyi biliyorlar.

Eğitim; salaklaşıyoruz iyice. Bize her diplomatik fiyaskodan sonra Osmanlı tarihi ve Çanakkale Savaşı’nın ululuğunu anlatarak bizi gaza getiriyorlar ve başımızdaki saksağanları daha da yüceltiyoruz.

Her şey otomatik oldu artık, ne kadar bilgiliysek o kadar dışlanıyoruz milletten.

Dinden soğutuyorlar milleti. Artık gelecekte çocuklarımız “Bismillah” kelimesini silecekler lügatlarından.

Her şey ne kadar basit değil mi… Düşünemiyoruz artık… Beyinlerimiz durduruldu… Başkaları tarafından…

Anime aşkım hakkında

Beni tanıyanlar bilirler anime kültürüne neredeyse tapılası derecede sevdiğimi. Peki nasıl başladım bu işlere hepsini burada anlatmayı uygun gördüm.

Buyrun işte böyle başladım;

6. sınıftayım. Bırakın bıyığımı, kafamın bile olmadığı dönemler. Kızların pipisinin olmadığını yeni öğrendiğim zamanlara da gelir ayrıca (“Kızlar g*tünden işer” diyen arkadaşıma selam çakıyorum buradan). O zamanlar Show TV’de Mirmo adında bir “çizgi film” yayınlanıyordu. Çok severdim onu. Kuzenlerimde araştırayım dedim (ki o zamanlar internetim yoktu. Hafta da bir kuzenlerimde internete girerdim.). Mirmo diye araştırdığımda her yerde “anime” yazısını görüyordum. Hatta o zaman şöyle okkalı bir küfür yapıştırmıştım:

“Amına koduğumun guugıl’ı ben Mirmo’yu arıyorum anime ne lan?!”

O arada herkesin bildiği tanıdık bir siteye denk geldim. Anime.gen.tr…
“Vay ben Mirmo aslında animeymiş demek” dedim. Ve o zamanlar meraklı bir bünye olduğumdan Wikipedia’da araştırayım dedim. Anime neymiş ne değilmiş  iyice öğrenmiş oldum. Bayağı bir zamanda animeler hiç hayatıma girmedi. Hiç anmadım adlarını…

Eskiden de derdim, ben kendimi Japonlara, Japon kültürüne daha yakın hissediyorum diye…

9. sınıftayım. Daha yeni başlamışız liseye, arkadaşlarla birlikte bir filme gidelim dedik. Kampanya var madem sonuna kadar yararlanalım değil mi ;) . Ama şans budur ki kampanya bitmiş. O zaman ne yapalım dedik ve hep birlikte hamburger yedik. Aşağıya indiğimizde bir süper markete girip yiyecek bir şeyler alalım diye düşündük. Dergilere göz gözdirirken LOG adında bir dergi gördüm. Arkasında hayvan gibi “148 SAYFA OYUN DERGİSİ HEDİYE!” yazısını görmüştüm. Tam bu dergiyi alacaktım ama param bitmişti. Birden bir ışık huzmesi zihnimde çakıldı. LAN BABAM BANA METROBÜSE BİNMEDEN ÖNCE 5 TL VERMİŞTİ! (ki dergi 5 liraydı). Hemen aldım dergiyi bir aç gibi. Hediye gelen dergi Oyungezer adında bir dergiydi. Tamam oyun dergisiydi ama neden bunu elime alınca bu kadar tuhaf hissediyordum? Bana bu tuhaf hissi veren şey neydi?

Dergiyi karıştırırken arka sayfalarda anime inceleme sayfalarını gördüm tesadüfen. K-On!!’un incelemesini okuyordum. İşte o zaman içimdeki anime tohumu yeşermeye başlamıştı.

O zamanlar internetim ve bilgisayarım yoktu. Yine de sürekli Oyungezer’i okurdum. Hoşuma giderdi çünkü. 2010 yazında bir bilgisayarcıda çalışıyordum. Ramazanın ilk iki haftası hiç iş olmazdı bilgisayarcılarda. Bütün gün bilgisayarın başında oturuyordum o arada “Lan ben K-On!!’u seyretsem ya…” diye bir fikir geçti aklımdan. Açtım animeyi izlemeye başlamak üzereydim. Neydi bu içimdeki tuhaf duydu? İki kız vardı, gülüyorlardı. Arkada saat tiktakları, saat çaldı, kız uyanıyordu…

Ve artık uyuyan bir devde uyanmıştı…

Facebook’ta bayağı zaman geçirdim bu zamana kadar. Çevrem çok gelişti. Onun hikayesi de buna paraleldir aslında. 2011 Mart ayına doğru “Fanzinci Dergi” adında bir herifle tanıştım ve o beni bir anime grubuna aldı. Orada Sensee-sama ile tanıştım (tabii ki yavaş yavaş anime ortamına girmeye başlamış yeni insanlardan biriydim).

Ve tarih 7 Ağustos 2011… İlk defa Sensee-sama tarafından bir anime etkinliğine davet edildim. Çok heyecanlıydım çünkü etrafımda hoşlandığım şeyler hakkında konuşacak kimse yoktu. O kadardı ki kafamda “Haydar” isimli bir karakter yaratmış ve bayağı da onunla konuşur olmuştum.

İlk buluşmam… Dışarda millet birbirine sarılıyor, gülüşüyor, oynaşıyordu. Ben etrafa “nooluyor lan?!” bakışını attım ve ortama ufaktan girmeye çalıştım ve grubun gerçeğini o zaman farkettim… Kim olursan ol, nasıl davranırsan davran seni kabul ediyorlardı. O zaman anlamıştım ki burası zaten toplumdan soyutlananların somutlaşma noktasıydı.

Ve aydınlanma…

O zamandan bu zamana kadar çok şey değişti. Animelere başlamadan önce bildiğiniz apaçi bir insandım ama artık bilgi istiyorum, beni anlayan bir sürü arkadaşım oldu, hikayeler yazıyorum ve en önemlisi… hedefimi buldum…

Evet benim hikayem böyleydi peki ya sizin hikayeniz nasıl?

Naruto Fanları Hakkında

Can sıkıntısından bir yazı gireyim dedim. Bu sefer çemkirmek istediğim grup ağır Naruto fanları.

Aslında belli bir animeye körü körüne bağlanıp, başka anime izlemeden kendine animeci (animer bile demiyorum) ilan edenler ya da inci jargonuyla ilkokullu…

Tamam efendim çok seviyorsunuz bu animeyi anlarım ben de K-On!! seviyorum ama bir bakın, etrafta başka animeler de var. Hatta “NARUTO ANİME, BLEACH ÇİZGİ FİLM!!!11!!” diyenleri bile gördüm ki kafalarına bir şey geçirmemek için zor tuttum kendimi o ilkokulluların.

Zaten animeci bile diyemeyiz o zavallılara, narutocu desek daha doğru olur ki böyle yaratıklar (insan bile diyemiyorum) doğru düzgün anime izlemek isteyenlere bile hayatı zindan ediyorlar.

Bir düşünün; narutocu denilen yaratıklar etrafta animeciyim diye dolanacak. Millet “ne diyor lan bu amına kodumun ergeni” diye animeyi araştıracak. Anime ile bu ergen yaratıkların davranışları birleşince animeler çocuk işi olarak görünecek (yine!).

Hayır tamam kardeşim istediğini izle ama sen Naruto’yu seviyorsun diye bizim beynimiz sikilmek zorunda mı? O kadar hakkıyla anime izleyen insanın aramızdan ayrılmasına siz sebep oluyorsunuz emin olun. Sizin gibileri bir araya toplayıp (ki hangi oda alır bunları, tek hücreli gibi ürüyor amına koduklarım) basınç odasında kapatacaksın yahu. Yeter beynimi siktiniz!…

Oh rahatladım lan…

Kitaplığımın Karşısında

Yarın bir arkadaşımın doğum günü… Eh bir hediye almam gerekiyor… Param da kalmadı annemden borç alıyorum FFFUUUUUUU-…

Buldum! Kitap Götürebilirim! Kitaplığıma bakayım en iyisi.

“Sayı Şeytanı” diye bir kitap beliriyor birden gözümün önüne, hırpalanmış, kenarındaki cildin birazı kopmuş, ahh… Anılarım canlandı, Matematik sevgimin temel taşlarından biri bu kitaptı. En 10 kere okuyup bitirmişimdir. Çok severdim. Küçükken yanımdan ayırmazdım…

Daha sonra “Yerim Seni ÖSS” diye bir kitap gördüm, okula filan çok götürürdüm hatta arkadaşlar kitabın şekline bakıp çok tuhaf derlerdi :D . Yanında bir tane şeker vardı. O şekerin özelliği bir süre dikkati daha da arttırmasıy”mış”. Hatta 7. sınıf SBS’sine o şekeri yiyerek gitmiştim…

“Taşların Seçimi” diye bir kitap daha çarpıyor gözüme, kapağı biraz kırışmış. 16 yaşındayken yazmış bunu yazar. Ama öyle akışkan bir biçimde anlatmış ki sanırsınız ki Ed Greenwood’un akrabası…

Bir bakıyorum “Anne-Baba Eğitme Kılavuzu” diye bir kitap var karşımda. Aha! 2. sınıfta babama yalvarmıştım bu kitabı alması için babam kabul etmemişti. Ama gece yatağımı açtığımda o kitap karşımdaydı. Çok sevinmiştim…

Şu anda “Temel Reis ıspanağı yoğurtsuz yer” diye bir kitaba bakıyorum. Eskiden çok sevdiğim bir yazar olan Yalvaç Ural’ın köşe yazılarından derlenmişti. 2. sınıfta komşularımızla Gülhane’deki Ramazan Eğlencelerine girmeden önce kitabı elime vermişti babam. Hatta kurstan çıkışta Yalvaç Ural’dan imza almak için koştura koştura Fındıkzade’den Dolmabahçe sarayına koşturduğumuzu hatırlarım :3…

“Eğlenceli Matematik”??… Hatırladım! Serkan Büyükkeçeci yazmıştı bunu. Bu adamda benim Matematik sevgimde çok büyük ölçüde yer almıştır. Hatta 23 Nisan’da Parkorman’dan bu kitabı aldıktan sonra eve geldik. Ailem arabayla başka bir yere gitti ve sonuç… Araba kaza yapmış, yaralı filan yoktu çok şükür ama ön-sol taraf içeri göçmüş bir güzel…

 

“Öldürücü Matematik” matematiği çok güzel anlatırdı.Benimküçükdostlarımıokuldanaldırmışlardı… Derken anılarımın arasında uyuya kalıyorum ve annem beni kaldırıp yatağıma gönderiyor… Acaba diyorum, eskisi kadar kitap okumuyormuyum?

 

*Bu yazıyı kitap okumam için her türlü teşviği vermiş olan Babam’a ve anılarımı tekrar yaşamamı sağlayan Onur’a ithaf ediyorum…

İçimdeki Sıkıntılar

İçimde bir sıkıntı var bugün nedense… Ama anlatılamayacak kadar büyük bir sıkıntı.

Nedeni yok ama sanki içimdeki sıkıntıyı tabaklara bölsek tüm Dünya insanlarını sıkıntıya boğabilecekmiş gibi hissettiğim büyük bir sıkıntı var.

Dışlanma mı başka bir şey mi? Tabii ki de değil. Ama çözdüm sanırım! Sorun benim ergenliğimle ilgili…

Kendimi dışlanmış hissedip ortaya trip atıyorum ve kendi kendimi mutsuz hissediyorum.

Aslında benden başka kimse etkilenmiyor bundan. Kendimi yiyor bitiriyorum.

Çok sıkıntım yok ama bir an önce kendimin nasıl bir insan olduğunu bulmak zorundayım. Hayır problem olan şey kişiliğimi bulma problemlerimin bana zarar veriyor olması. Sürekli ağlayacak gibi oluyorum. Bu yüzden kendimi sikeceğim yakında zaten.

Aslında bunun zamanla geçeceğini biliyorum ama dayanamıyorum, hadi kendime verdiğim sıkıntıyı geç etrafıma da sıkıntı veriyorum.

Neyse geçecek bu zamanlar. Önemli olan kendime zarar vermeden bu dönemli atlatabilmek. HADİ BAKALIM SENTAROU!!! KENDİNE BÜYÜK BİR İŞ ALIYORSUN! MARŞ MARŞ!!!

İçimdeki sıkıntılar

İçimde bir sıkıntı var bugün nedense… Ama anlatılamayacak kadar büyük bir sıkıntı.

Nedeni yok ama sanki içimdeki sıkıntıyı tabaklara bölsek tüm Dünya insanlarını sıkıntıya boğabilecekmiş gibi hissettiğim büyük bir sıkıntı var.

Dışlanma mı başka bir şey mi? Tabii ki de değil. Ama çözdüm sanırım! Sorun benim ergenliğimle ilgili…

Kendimi dışlanmış hissedip ortaya trip atıyorum ve kendi kendimi mutsuz hissediyorum.

Aslında benden başka kimse etkilenmiyor bundan. Kendimi yiyor bitiriyorum.

Çok sıkıntım yok ama bir an önce kendimin nasıl bir insan olduğunu bulmak zorundayım. Hayır problem olan şey kişiliğimi bulma problemlerimin bana zarar veriyor olması. Sürekli ağlayacak gibi oluyorum. Bu yüzden kendimi sikeceğim yakında zaten.

Aslında bunun zamanla geçeceğini biliyorum ama dayanamıyorum, hadi kendime verdiğim sıkıntıyı geç etrafıma da sıkıntı veriyorum.

Neyse geçecek bu zamanlar. Önemli olan kendime zarar vermeden bu dönemli atlatabilmek. HADİ BAKALIM SENTAROU!!! KENDİNE BÜYÜK BİR İŞ ALIYORSUN! MARŞ MARŞ!!!

Animeler… Bana ne yaptınız?

Bu yazımda animelerin bana olan etkilerinden bahsetmek istedim biraz.

Efendim belki de daha önceden ya benden duydunuz ya da burada yazmışta olabilirim emin değilim. A.Ö. (Animeden önce) dönemlerinde hiç arkadaşım yoktu neredeyse, sürekli dışlandım ve hayata dair hiç bir düşüncem yoltu. Evet en küçük kırıntı bile benden uzaktı o zamanlar. Gerçekten kötüydü ama. Hiç düşünmediğim, sürekli tükettiğim zamanlardı o zamanlar.

Animelere ilk başladığım andan itibaren beynimdeki çarklar çalışmaya başladı. Arkadaşlık denilen şeyi gerçekten anlamaya başıyorum ufaktan sanki ama hala gitmem gereken çok yol var (10. sınıfa kadar adam akıllı konuştuğum kimse yoktu. Asosyal bir tiptim bildiğiniz.). Hikaye ve yazı yazmaya başladım, zaten etkisini buralarda görüyorsunuz. Önceki hayatımda amaçsız bir heriftim. Ne yaptığını bilmeyen ve sürekli “BöqLe qOnusHan” bildiğiniz apaçiydim yahu. He o zaman da tuhaftım tabii ama şimdi ki gibi değildim.

Tuhaf olmak yaşam tarzım oldu ve bunu gerçekten isteyerek yapıyorum. Önceden tuhaftım ve insanlar beni kabul etsin diye sürekli normal olmak istedim. Ama bu bir tuzaktı; ben de normal bir insan olacaktım ve onlar gibi ruhsuz, paraya tapan ve para için her türlü şeyi yapabilen hayvandan beter bir yaratık olacaktım biliyorum.

Şimdi o yüzden animeleri savunmak için kendimde yeterli hakkı buluyorum. Şimdi gelip de bana “bu çocuk bebe baksana ilk okullular gibi davranıyor” demeyin. Tamam benim yaşadıklarımı anlamadan birşey diyemeyebilirsiniz ama anlayın beni lütfen.